Bu kendime ait bir blogda ilk yazım ama vakti zamanında başka bloglara bol betimlemeli kısa öyküler yazmışlığım var. Zamanın unutturma etkisini az da olsa bertaraf etmek ve kendime biriktirmeyi sevdiğim anları akıp geçen zamana rağmen hatırlatabilmek için yazıyorum genelde. Hissettiğim ya da gözlemlediğim şeyleri herkesle paylaşmak istiyorum ama ne yazık ki panoya düzenli aralıklarla yazı bırakmak bana göre değil.
Peki neden mi şimdi?
– Biraz uzun ama söz sadece bir kez anlatacağım –
Çocukluğunu doyasıya koşup oynayarak geçiren o şanslı nesilden biriyim. Ailemin öğretmen olması sebebiyle köyde doğup büyüme şansını yakaladım. Bir de düşünün ki buna ek olarak Eğitim Enstitüsü’nden yetişmiş bir aileniz var. Çocukların bedensel ve zihinsel yeteneklerinin gelişiminde ailenin çok önemli bir yere sahip olduğunu düşünüyorum (konumuz bu değil paniklemeyin:)). Asıl konu şu ki; deneyimlediğimiz şeyler merakımızı tetikliyor ve ilgi alanlarımızı belirliyor. Kendimden örneklemem gerekirse; babam çam ağacının dış yüzeyindeki kabukları bıçakla şekillendirip oyarak gemi, çeşitli malzemelerle oynamamız için bize arbalet, yay ve oklar yapardı, hafta sonları köy okulunun fen dolabını kullanmamıza izin verirdi, abim kamış veya yaş ağaç dallarını yontup Barbie bebeğim için mobilya yapardı, annemin dikişe ve çizime ciddi bir yeteneği vardı ve sürekli olarak bir şeyler üretirdi. Tam da bu ve bunun gibi onlarca yaşanmışlıktan ötürü üretmeyi, üreten insanları ve paylaşmayı çok seviyorum.
Çocukluğumdan bu yana heybemde taşıdığım, İstanbul’un keşmekeşinden bir türlü zaman bulamadığım model merakımın Almanya’nın bol yağışlı iklimi ile yeşermesinin şerefine deneyimlediklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Bir Olacak O Kadar repliğini şuraya bırakıp kaçıyorum;
Beni özleyin anacım…
Leave a reply